5 Şubat 2010 Cuma

Lens

O gün üzerime nedense heyecanımı almıştım belki de üşürüm diye bilemiyorum. Oysa bu onunla ilk akşam yemeğim değildi. Doğuştan galiba dedim ve kaldırım taşlarını saya saya devam ettim yoluma.

Mum ışığının bize eşlik ettiği güzel bir akşam yemeği yiyorduk. Zaten hiç konuşmadık. Kıtlıktan çıkmış gibi yedik. Sadece garsonla konuştuk. Sevimli biriydi garson, belki de değildi. Garsonun sevimliliği çok önemli değildi aslında. “ Twetty olsa ne yazar lan” dedim. Yemeğimiz bitti, mekandan dışarı adımımızı attık. Birbirimize dönüp aynı anda “Biraz yürüyelim mi” dedik (gülümsedi, gülümsedim). Ve yine aynı anda “Yürüyelim” dedik (gülümsedim, gülümsedi).

Parka girdiğimizde parkın sarı loş ışıkları yanıyordu. Yeşil loş ışıkların yanmasını bekledik ve bir süre sonra yürümeye devam ettik. Biraz daha yürüdük, biraz daha, biraz daha… Parkın kırmızı loş ışıkları yanar yanmaz durduk. Karşımdaydı. Birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Birden tatlı romantik bir yağmur yağmaya başladı. Belki yağmurun ona bu adı verdiğimden haberi yoktu neyse eve gidince söylerim dedim. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Tatlı romantik yağmur saçlarımızın son telini ıslatana kadar gözlerimin retinasını incelemeye devam etti. Dayanamayıp gözlerimi oradan koşarak uzaklaştıracaktım ki, birden ellerimi tuttu sıkı sıkı. “Noluyoz lan” dedim kendi kendime. Sonra “Nolacak lan” dedim. Gözleri hala gözlerimdeydi ve nihayet söze girdi ve “Lens mi kullanıyorsun sen?” dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder